28 Aralık 2015 Pazartesi

Bebek eşyaları- Bebek arabası, ana kucağı

Başlıktan da anlaşılacağı üzere yine bir hafta sonunu Arya için alışveriş yaparak geçirdik. Cumartesi tüm gün enerjimi bebek mağazalarında harcadığım için pazar günü kıpırdayamadım. Bu arada en çok yorulan Fuat oluyor tabii ki. Hem dışarıda bebek için benimle birlikte koşturuyor hem evde benim artık yapamadığım süpürge-ağır eşya kaldırımı vs işlerine yardım ediyor. Böylelikle pazartesilere en yorgun halimizle başlıyoruz.

Arya için yaptığım upuzuuuunn listenin yarısını “Alındı” yazarak işaretledik. Diğer yarısı için de her gün internetten takibe, boş zamanlarda mağaza dolaşmaya devam ediyoruz. Yarından itibaren giysilere de bakmaya başlayacağım. En önemli ve kafamızı kurcalayan (hangi markanın ne özelliği var, hangisi konforlu, hangisi güvenli, hangisi uygun fiyat, hangisi rahat açılır kapanır özelliklerinden hiçbirini bilmiyorduk) bebek arabası ve ana kucağı sorununu çözdük.

İlk olarak gittiğimiz ebebek mağazasındaki satış temsilcisi, bize daha önce duymadığımız bir markayı anlattı. Anlatırken aklımızdaki soruların hepsine cevap bulduk. Satış temsilcisi resmen bizi aydınlattı, ha onun anlattığı ürünü aldık mı hayır ama onun sayesinde bir tık daha güvenilir marka olan ve özellikleri bakımından bir tık daha üstte olan ve bu işe "bulaşmadan" önce de duyduğumuz marka Biritax-Römer B-Agile 4’ü tercih ettik. Başka mağazadan… Bu işler bazen böyle, biri size kaç dakika ürünü anlatır, siz gider başka bir mağazadan başka bir marka alırsınız… Normalde sırf o kadar saat bize anlattı, yardımcı oldu diye o satış temsilcisinin anlattığı ürünü alırdım, ama konu bebek olunca iş değişiyor. Yine de ebebek’ten de sıklıkla alışveriş yaptığım için içim rahat.

Britax-Römer’in bizi kendine çeken taraflarına gelince birincisi güvenliği; “Alman” markası oluşu zihnimizdeki “sağlamdır” ibaresini anında canlandırdı. Geçtiği güvenlik testleri, aldığı kalite belgeleri de cabası. İkincisi bebek için konforlu oluşu ki ana kucağının bel destekli bölümü Arya’nın rahat etmesi için tasarlanmış. Üçüncüsü tekerlek sistemi, ön ve arka tekerleklerinde süspansiyon var ve tekerleklerin içinde bilye sistemi mevcut. Tek hareketle fren sisteminin devreye girmesi de hoşumuza gitti. Ve tabii ki Fuat’ı en çok cezbeden şey, az yer kaplaması. Araba olarak da ana kucağı olarak da hafif ve ikisi de ayrı ayrı gövdeye takılıyor. Araba halindeyken tüm parçaları sökmeye gerek kalmadan tek hareketle kapanmasını da en çok ben sevdim. Tek başıma olduğum zamanda kolaylıkla arabayı açıp kapatabilirim. Arka tekerleklerin yanı sıra ön tekerleklerin de sökülüyor olması, yine “nereye sığdıracağız” endişemizi yok etti. Hem arabada hem de ev içinde bebek arabasına kolaylıkla yer bulabileceğiz.

Renk tercihimizi siyahtan yana kullandık. Diğer seçeneği kırmızıydı onu da sevmem zaten. Hem siyah, birine vermek istesek, ya da ikinci çocuk düşünsek kız-erkek ayrımı olmadan kullanılabilir. Arabanın arka tarafında yer alan “çanta” kısmı da işime yarayacağı için hoşuma gitti hem bu bölmeyi çıkardığınızda bebeği görebiliyorsunuz. Araba kısmını çift yönlü olarak kullanamıyorsunuz, bu dezavantaj gibi görünse de bebek zaten ana kucağını bıraktığı aylarda sizi değil dışarıyı görmek isteyecektir, varsın yüzü dışarı dönük olsun, siz onu file pencereden görebilirsiniz. Ürünün fiyatı da ne çok ucuz ne de çok pahalı. Normal bir araba fiyatına alınan bebek arabalarına ihtiyaç duydurmayacak kadar da kullanışlı. 

Aldığımız eşyaların hemen hemen hepsi bugüne kadar duyduğum, gördüğüm ve yüksek tecrübeler eşliğinde kullanımları onaylanmış ürünler. Hepsini tek tek anlatmaya zaman da sayfalar da yetmez ama ara ara size buradan önerilerimi sunmaya devam edeceğim. Bu haftaya özel kendi ruh ve fiziksel halimi de bir ara anlatırım olmaz mı? J

21 Aralık 2015 Pazartesi

Hamilelikte 25. Hafta – Bebek Odası Hazırlıkları

25. haftadan merhaba… Yine bir pazartesi ve artık hava gerçekten soğuk… Ankara’da kış kendini gösterdi, kar gibi ama tam da kar değil, kırağı biçiminde beyazla kaplandı yerler… Şapkasız, eldivensiz sokağa çıkmak pek mümkün değil. Hamile olunca ister istemez ayaklarınızın biraz daha sağlam basması gerek yere. Bunun için de sürekli uyarı alıyorsunuz: “Aman dikkat et!”

Gribim tam da denildiği gibi 7. günün sonunda amibitmedi ama azaldı. Kırıntı olarak biraz göğüs ağrısı, biraz öksürük biraz da burun akıntısı bıraktı. “Buna da şükür” diyerek kendimi avutuyorum haliyle… Yoğun geçen hafta sonunun ardından –ev hallerinden söz edeceğim- haftaya tetanos aşısının ikinci dozunu vurularak başladım. Yeni doktorum da “İlkini yaptırdıysan ikincisini de yaptır” diye önerdiği, sağlık ocağındaki hemşirenin “Gel yapalım” dediği aşı ile kolumu buluşturdum. Birazcık ağrı yapan bu aşının önleyici bir tedavi olduğunu bildiğim için gününü, dozunu kaçırmadım.

Hafta sonunu nasıl geçirdiğimize gelince… Arya’nın odası için hazırlıklara ufak ufak başladık. En büyük derdimiz O’nun odasında halihazırda bulunan dolaptaki ve misafir yatağının bazasındaki eşyaları nereye tıkıştıracağımız… Kutu-dolap-çekmece denilince mükemmel çözümler sunan İkea yine imdadımıza yetişti. Oturma odasına aldığımız 6 raflı bir dolap, Arya’nın odasında bulunan dolaptaki eşyaları içine aldı. Aldı ama alırken de sıkı bir temizlikten geçti. Pazar gününün tümünü fazla, eski, kullanılmayan eşyalar, zamanı geçmiş evraklar ve dosyaların temizliğiyle tamamladık. Geriye kaldı kaban-mont gibi giysilerin nereye koyulacağı. Onda da çözümü yatak odasındaki dolabın üzerine koymak için aldığımız şeffaf kutularda bulduk gibi. Çalışmamızı henüz tamamlamadık. Ama daha yolumuzun yarısında olduğumuz, yorulacağımız ortada.


Arya’ya bilindik öyle takım halinde bir oda hazırlamayı düşünmedik hiç. Çocuk odalarını yeterince gezdiğimi, gördüğümü düşünüyorum ve hemen hemen hepsinde yatak kocaman, dolap küçücük. Oysa şu an yaşadığımız “eşyaları nereye sığdıracağız” endişesinden sıyrılmak için yine İkea’dan büyük bir dolap, bebek karyolası, alt açma dolabı ve sallanır sandalye ile eşya konusunu kapatmayı umuyoruz. Ha bir de ilk aylar için yatak odasında kullanacağımız bebek beşiği. Neyse ki benim için yine akıl kurcalayan bu sorunu da Fuat’ın Mothercare’den görüp aldığı küçük beşikle hallettik. Oda-eşya konusu her hafta sonumuzu kaplamaya devam edecek gibi… ;) 

16 Aralık 2015 Çarşamba

Hamilelikte Grip!

“İlaç içersen 1 haftada, içmezsen 7 günde geçer” derler grip için. Gerçekten de öyledir bu illet… Hamilelikte gribe yakalanmak ise çok daha fena… İlaç kullanamadığınız için başınız 10 kilo ağırlığında, yüzünüz yere çekilir halde, burnunuz silinmekten kızarmış, nefes almanız zorlaşmış, halsiz ve bitkin bir şekilde doğrulmaya çalışırsınız. Şimdilerde ben tam da bu haldeyim… Gripte 5. günüm… Mecburen işe geldim. Hafta sonunu ve haftanın ilk iki gününü yataktan çıkmadan geçirsem bile pek faydası olmadı. Aile hekimi “ilaç yok sana” dedi, kendi doktorum “nane, limon, bol sıvı ve Parol” dedi. Denilenlere uyduk mecburen ama grip pek terk edecek gibi değil vücudumu…

Bu arada 24. haftadayım ve önemli gelişmelerden birini söylemiştim. Doktorumuzu da hastaneyi de değiştirdik. Ünü Ankara’da yayılmış, arkadaşlarımın yoğun tavsiyesi üzerine gittiğim yeni doktordan memnun kaldık. Benimle, eşimle ve bebeğimizle ilgilendi, iletişim bilgilerini verdi. Önceki doktoruma 6 ay boyunca gidip geldiğim halde cep telefonunu öğrenememiştim. Aklımda “doğum zamanı bu adama nasıl ulaşacağım” sorusu bile takılıyordu. Ne benim ne eşimin mesleğini, işini gücünü bir kez olsun sormamıştı. Bebeğimizle ilgili detay vermekten ziyade sadece “Her şey yolunda” deyip kontrolü bitirirdi. Şükür ki her şey yolundaydı. Soracaklarımı ıkıla sıkıla sorar, odasından çıkardık. Hemşirelerin “iyiliğiyle” ün yapmış hastanede aslında tam da işin ehli olmayan yeni yetme hemşirelerle muhataptım. Olgun, usta, çok bilen ebeleri bir türlü görememiştim.

Neyse ki şimdiki hastane “butik” değil, “gerçek” bir hastane. Doktor, genç ama bilgili ve tecrübeli. Ebe-hemşirelere gelince… Huyumdur gider gitmez, hasta odalarını, doğum odalarını gezerim. Yine gezdim. “normal doğum” korkum olsa da yine adı sanı çok duyulmuş, forumlarda adına methiyeler dizilen Fatma Ebe ile de tanıştım ve normal doğum fikrine bir adım daha yaklaştım. Her şey son anda belli olur tabii ama yine insan kendini neye hazırlarsa o gelişir diye düşünenlerdenim.

Sondan bir önce, yeni doktora gitmişken “şeker yükleme testini” de yaptırdım. Korktuğum olmadı ve 50 gramlık şeker yüklemesinin ardından sonuçlarım sınırda, normal çıktı. Yine de dikkat etsem iyi olacak. Doktorun tavsiyesi üzerine demir ilacına da başladım. Bacak kasılmalarımın arttığı bir dönemde olduğumu söyleyince de “Kalsiyum alımını artır” önerisini aldım. Evet, kramp yüzünden geceleri bazen çığlık çığlığa uyanıyor, Fuat’ın yanıma koşması ve bacağımı germesiyle nefes alabiliyorum.

6. aydayım ve doğal olarak vücudum ağırlaşmaya başladı. İlk günden bu yana toplam 7 kilo almışım. Kilo için de yeni doktorum “iyi gidiyorsun” deyince kendimi iyi hissettim. Ne var ki kontrolden bir gün sonra yakalandığım grip beni bir anda çökertti. Dilerim bu hafta sonuna kadar toparlarım ve Arya’ya yeni eşyalar bakmak için alışveriş merkezlerini gezecek kadar enerjim yerine gelir… 

10 Aralık 2015 Perşembe

Hamilelik Yolculuğu: Sesimizi Duyuyor!

“Aryaaa, kızııımmm, beni duyuyorsan bir kere vur” bu cümleyi duyduğumda gülme krizine girdim. Fuat, kızına böyle seslendi. Sanki Arya, bankaların çağrı merkezlerini aramış, karşılığında bu cümleyi duymuştu. Arya’nın hareketleri gün içinde kendini hissettirse de akşamları yemekten sonra ayaklarımı uzatıp dik oturduğum zamanlar daha da belirgin oluyor. Fuat da bu hisse ortak olmak isteyince ellerimiz karnımda bebeğin “vuruşlarını” bekliyoruz.

Bu haftadan itibaren (23. Hafta) bebeğim, kulaklarının içindeki kemikler sertleştiği için bizi daha net bir şekilde duyabiliyor. Bu durum da haliyle ses denemeleri yapmamıza, O’nun tepkisini ölçmemize vesile oluyor. “En keyifli zamandasın” sözünü bu hal için kullanabilirim. Bunun dışında keyfini çıkardığım pek bir şey yok. Normale dönüp haldır haldır koşturmacalarımı, Arya için yaptığım alışverişleri saymazsak… ;)

Bebek odası, eşyaları, giysileri konusuna gelince.... Alışveriş yapmaya yeni yeni başladım. İlk aldığım ürün –ki hamilelikteki burun tıkanmalarına da çözüm olacağını düşündüğüm- Weewell’in soğuk buhar makinesiydi. Nefes almaya zorlandığım ve burun kanamalarımın arttığı geçen haftalarda odama yerleştirdiğim bu ürünü maalesef ses ve ışık hassasiyetim nedeniyle uyurken kullanamıyorum. Ama yine de yatmadan önce çalıştırdığımda bile odanın havasını değiştirdiği ve rahat nefes almamı sağladığı doğrudur, öneririm.

Bebek giysileri ise apayrı bir  eğlence... Ankara’da en büyük Toker Bebe mağazası Gimart’ta geçen haftalarda açıldı. Hemen yakınında ise Baby Mall ve e-bebek mağazaları bulunuyor. Hal böyle olunca bir ürün alacağımız zaman üç mağazaya da bakıyoruz çünkü gerçekten gün be gün fiyatlar değişiyor, mağazalar arasında fark ediyor. Toker Bebe’nin açılışına özel indiriminde çok hoşuma giden ve ilk almam gereken şeyler arasında olan “hastane çıkışını” aldım. English Home’daki “bebek ürünlerinde % 50 indirim” fırsatını da kaçırmadım ve nevresim takımları, havlular, bornoz aldım. Tulumlar için tercihim Mothercare’den yana olacak gibi. E tabi, kendi aldıklarımızın yanı sıra aileden gelen el emeği göz nuru yelekler, hırkalar, patikleri de unutmamak gerek… Velhasıl, yeni bir can için satın aldığınız, hediye aldığınız her şey çok güzel, onları yıkamak, yerleştirmek ve giyeceği günü hayal etmek de çok keyifli… Dilerim, her isteyen kadın, istediği zamanda bu mutluluğu yaşar… 

7 Aralık 2015 Pazartesi

Hamile Olduğunu Unutmak


Hamile olduğumu unutuyorum… Evet, bazen gerçekten unutuyorum… Son birkaç haftadır öyle bir koşturmanın içindeyim ki (ev işleri-işyeri, alışveriş vs) hamile olduğumu unutunca bebeğimin tekmesiyle kendime gelebiliyorum. 23. Haftanın başındayız… “Nasılım?” sorusuna biraz yorgunluk, biraz bel ağrısı ve ağırlaşmış vücudum ve genel olarak “iyi” diyerek cevap verebilirim.

20. haftada kendi doktorumun önerisi ve Sağlık Bakanlığı’nın yakın takipleriyle tetanos aşısının ilk dozunu yaptırdım. İkinci doza gerek olup olmadığını tekrar doktora danışacağım… Geçen 3 hafta içinde, 21. haftada metroda ani tansiyon düşüklüğü, mide bulantısı ile kısa süreli panik yaşadım. Sanırım kalabalık ve havasızlık bunda etkili oldu. “Bayılacak gibi” hissiyatını yaşamak pek iç açıcı değil. O anda aklımdan “Keşke bir kağıda hamile olduğumu, kaçıncı haftada olduğumu, kan grubumu, eşimin telefon numarasını falan” yazsaydım diye geçirdim. “Eğer bayılmaya ramak kalsaydı, kağıdı yanımdaki kıza verseydim” diye düşündüm. Neyse ki korktuğum başıma gelmedi. Sağ salim işime, akşam da evime gidebildim.

22. haftada ise migren ile yeniden “merhabalaştık”. Hamile olduğumu unutup iş çıkışı farklı bir koşturmacanın içine girince, işi gücü, bebeğin odasını, eşyalarını, doğumu vs düşününce uykuyu da kaçırınca baş ağrısı kaçınılmaz sonum oldu. İki gün rapor alarak, evde uyumaya çalışarak toparladım. Rapor için kendi doktoruma değil evime çok yakın olan devlet hastanesindeki doktora gittim. Arya’yı (Son dakika bir değişiklik olmazsa adı bu olacak) 1 aydır görmüyordum. Onu görmek tekrar iyi geldi bana. Her şey yolunda 500 gramı geçmişti. Doktor demir hapı kullanmadığımı öğrenince en az mide bulandıranından yazdı bir tane. Ama ben yine koşturmaktan eczaneye uğrayıp almaya fırsat bulamadığım için ilacı da almadım, doğal olarak demir hapına bu haftada da başlayamadım.
23. haftanın ise farklı özellikleri var… Bu hafta iş yerimde bölüm değişikliği yaptım. Uzun süredir beklediğim ve beni mutlu eden bir gelişme oldu ve eminim Arya da bundan olumlu etkilenecek ve çok tatlı, cici ablalarının arasında gelişmeye devam edecek. Diğeri ise tamamen Arya ile ilgili çünkü doktoru da hastaneyi de değiştiriyoruz. Hafta sonuna doğru artık “Ankara’nın otel hastanesi”nden oldukça büyük ve yine isim yapmış bir hastanesine geçeceğiz. Doktorumuzun ününü çok işittim, bakalım ne gibi öneriler, teşhisler, tedaviler olacak. Doktor ile ilgili en çok duyduğum şey “normal doğum”da diretenlerden olması. Çok korktuğum doğum hikayem bundan sonra nasıl gelişecek yine anlatırım ;) 

23 Kasım 2015 Pazartesi

Hamilelikte 19. ve 20. Hafta

Migreni olan biri için hamilelik bir tık daha zor geçiyor. Mide bulantısı, kusmanın dışında “lütfen tutmasın” diye dua ettiğim ikinci hastalık migrendi. 19. haftadayken ara ara karşılaştığım migren atakları için geleneksel yöntemler kullandım. Doktorum Parol içmeme izin vermişti ama içmemek için her türlü yolu denedim. Tülbentle başımı sıktırmalar, su içmeye çalışmalar, sessiz ve ışığı az ortamda uyuma denemeleri gibi türlü yollarla bu krizin de üstesinden geldim.

Baş ağrısının etkisinden midir nedir, korkulu rüya görme olayları da bu haftada arttı. Bu konuda çok meraklı olmanın, okumanın etkisi de var diye düşünüyorum. Zira kaçıncı haftadaysam bir sonraki haftada neler yaşayacağımı (hafta hafta hamilelik takibi) internetten okuyorum. Rüyalarla ilgili de “Bu dönemde korkulu rüyalar görebilirsiniz” cümlesini de okumuştum. “Korktuğun başına gelir” düşüncesini yaşayan biri olarak kendimi olumlu yönde telkin etmeye devam ettim ve rüyaları normale döndürdüm.

17. haftadan sonra yoğunlaşan bebeğimin hareketleri maşallah 19. hafta ve 20. haftada daha da hissedilir oldu. Öyle ki içimde bazen minik bir boksörün hareket ettiğini hayal ediyorum. Ne de olsa dedesi gençlik yıllarında pek çok madalya kazanmış, annemin isteğiyle (burnunu kırılmış görünce izin vermemesiyle) bu spora veda etmiş bir boksördü ve “Arya”, Oktay Dedesi’ne çekmiş olabilirdi. 

Ve bel ağrıları… Bel fıtığı olan biri olarak (bende de yok yokmuş) hamilelikte “zorlanacağımı” söyleyenler oldu. Doktorum da buna dahildi. Bunun için sürekli yürüyüş, hareket vs yapmamı, fazla kilo almamam gerektiğini söyleyip durdu. Ben sanırım bu konuda da sınıfta kalıyorum. Çünkü halsizliğim nedeniyle yürüyüş yapamıyorum, “Aylarca kustum, bırakın yiyeyim” modundan da sıyrılamadığım için yeme-içmeye pek özen göstermiyorum. Ve doğal olarak ağırlaşıyorum. Bu ağırlık bana sabah uyandığımda bel ağrısı, kas ağrısı olarak geri dönüyor. 5. ayın ortasında yaşadığım bu durum, gelecek haftalarda umarım artmaz diyorum. 

18 Kasım 2015 Çarşamba

Hamilelik Hurafeleri – Hamilelikte Saç Boyama, Saç Kesimi

“Ye ekşiyi doğur Ayşe’yi, ye tatlıyı doğur Hakkı’yı”, “Çok kusuyorsan kız çocuk”, “Bulantıların sebebi, bebeğin saçlı olması”, “Hamileyken saç kesilmez, bebeğin aklı kısa olur”, “Hamileyken hayvanlara bakma, bebek ona benzer”, “Hamileyken sakız çiğneme bebek b.klu olur” daha neleeerr neler… Hiçbirine kulak asmayın. Doktorunuza danışın, saçınızı mı boyatmak istiyorsunuz; boyatın da kestirin de… Ben mi? Yaptım, evet, zar zor doktordan izin alarak hem kestirdim saçımı hem de boyattım.

18. haftanın sonuna doğru 4 boyutlu ultrason zamanıydı. Doktora gitmeden biraz daha kendimi iyi hissetmek, belki de bebeğime güzel görünmek istedim! Hamile kalmadan önce yıllardır karar verip cesaret edemediğim boya işine bulaşmıştım. Simsiyah saçlarımı “Rengini biraz yumuşatalım. Siyah sizi çok ciddi gösteriyor” diyen kuaförleri her seferinde geri çevirirken, bir anda verdiğim kararla, tam tamına hamile kalmadan 5 ay önce değiştirmeye niyetlendim. Değiştirdim de. Önce rengini açtırdım, kızıl kahve oldu. İkinci dip boyasından sonra da uçlarına ombre uygulaması. Ne güzel oldu! Değişim iyiydi. Hayattan rengi alın geri neyi kalırdı ki!

Gelin görün ki hamile kaldığımı öğrenince “Bu saçlar ne olacak? Dip boyası zamanı da geliyor, ne yapacağım?” endişesine kapıldım. Sonra zaten ilk 4 ay serum-ilaç-hastane derken kendimi unuttum, saç baş yalan oldu. 5. ayın başında da “E yeter artık kendime geleyim. Psikolojimi de düzelteyim” moduna geçtim. Doktora ilk zamanlarda sorduğum soru klasik “Saçımı boyatabilecek miyim”di. O da her muayenede tekrarladığı şeyi söyledi: “Bir şeyi yapmak isterken hayatına artık şu şekilde bakmalısın. Gerekli mi, elzem mi, lüks mü? Senin saç boyan lükse giriyor.” Evet, ilk zamanlar için bu istek gerçekten lükstü. Sırası değildi.

Ancak kendime geldiğim dönemde doktora “İzin var mı?” diye tekrar sorduğumda “Saç boyaları bilinenin aksine ciltten emilerek zarar vermez, solunum yoluyla zararı olabilir. Açık havada maske takarak yaptırabiliyorsan yaptır” dedi. Soluğu kuaförde aldım. Kendi saç rengime döndüm ve boyunu omuz hizasında kestirdim. Sonuç mu? Kesinlikle beni mutlu etti. 4 boyutlu ultrason kontrolüne gittiğimde doktorum beni tanıyamadı. Artık normale dönmüş, kendime gelmiştim. Bebeğim de iyiydi. 21 santime ulaşmış, 239 gram ağırlığındaydı. Artık multivitamin kullanmaya başlayabilirdim. “Hamileliğin balayı”nı yaşamaya başlamıştım ve bu durumun uzun sürmesini diliyordum.

Hamilelik Yolculuğu: Bebeğe İsim Bulma

Dağlar bana A harfini hatırlatır. Yüksekliği, büyüklüğü, yüceliği ve de. A harfi ise başlangıçtır benim için. Allah’ın A’sı, her şeyin ilk an’ı… Uzun yolculuklarda başımızı cama yaslayıp hayatımızı sorgulayan hallerimiz vardır ya tam da o anlarda “Eğer çocuğum olursa ismi A harfiyle başlayacak” diyordum. İşte tam da o dönemdeyim şimdi. A harfi ile başlayan isimleri tarama zamanı…

Erkek çocuğumuz olsaydı ismini bulmuştuk, kararını vermiştik. Bizimki “Ben kızım” deyince tabii isim bulma arayışları yeniden başladı. A harfiyle başlayan tüm kız isimleri tarandı, anlamları araştırıldı. Forumlar okundu, listeler çıkarıldı. Pek tabi “sık kullanılmayan, farklı, yeni, çağdaş” isim de arıyorken ne zormuş karar vermek. Son olarak iki isim üzerinde yoğunlaştık: “Arya” – Operadaki en uzun şarkı. “Aden”- Cennet Bahçesi. Müzikle öyle sıkı fıkı değiliz, ailede sanatçı falan yoktur. İyi bir dinleyiciyizdir o kadar. Her türden her telden müzik çalar evimizde. Bu yüzden “Neden Arya?” sorusuna müzik ile değil de “fonetik yapısının güzelliğiyle” yanıt vermek doğru olur. Ha bir de son zamanların en çok seyredilen/konuşulan dizisi “Game OfThrones-Taht Oyunları” ndaki karakter Arya Stark’ın etkisi diyelim. “Neden Aden?”e gelince de anlamını söylemek yetecektir sanırım.


İsim ararken şunu fark ediyor insan: Ne çok sevmediğimiz kişi varmış! Size söylenen her isim önerisi için; “Yok O’nun da adı buydu, huysuzdu, inatçıydı, olmasın”. “Yok, O sanatçının adı da bu. Google taramasında iyi şeyler yazmıyor”. “Yok, O kızı sevmezdim, mızmızdı.” “Yok, O kızın da ismi buydu, aman ne öyle eski”. Ya da “Yok, ne o öyle turizm şirketi adı gibi”, “Yok, kreşlerin hepsinde bu isimden en az iki çocuk var, olmaz” Bu liste uzaaarrr gider… Ha bir de isim konusunda aile büyüklerinin fikrini almakta yarar vardır da onların önerdiklerini ya pek beğenmezsiniz ya da sizin önerdiklerinizi onlar pek beğenmez. Genelde “Kolay söylenen isim olsun, dilimiz dönmez” halinde tıkanıp kalabilirsiniz. Yine de ortak bir noktada buluşmak en güzeli olur. Bakalım bizimkinin adı ne olacak? J

17 Kasım 2015 Salı

Hamilelikte 18. Hafta – En Güzel Doğum Günü Hediyesi

Yeme içme normale döndü ya benden iyisi yok bu dünyada. Tanrım yemek yiyebilmek ne büyük bir nimetmiş! İlk 4 ayında açlıktan yerlerde sürünen ben “Eğer yemeye başlarsam, 100 kilo da olsam bırakın beni. Kimse tek laf etmesin, yiyeceğim” diyordum. Öyle de olmuyor tabi… Hareketlerin ağırlaştıkça, kilon arttıkça, doktor uyardıkça yine de ‘duruyorsun’. Artık az da olsa salçalı, yağlı yemek yiyebiliyor, birkaç kaşık çorba da içebiliyordum. Krize girdiğinde 1 kilo yaş pastayı ‘götürebilen’ ben, hamile kalınca tatlıyı tamamıyla bırakmıştım ama şimdilerde yeniden tatlıya karşı istek duyuyordum.

18. haftaya kadar tatlı isteğimin normale dönmesini gerçekten diliyordum çünkü doğum günü haftamdı. İnsan kendi doğum günü pastasını da yemesindi? 4 Kasım 2015. Bu dünyada ‘tek başıma’ kutlayacağım son doğum günüm. Gelecek yıl mumları söndürmek için bir ortağım olacak ve O kendi pastasının farkına varana kadar benim pastama göz dikecek biliyorum. J Heyecanla o günleri bekliyorum. Şimdilerde bir kız çocuğumun olmasına da alışmışken cicili bicili doğum günü elbiselerine bile gözüm ilişiyor. J

Klasik doğum günü sabahı… Facebook’tan kutlamalar, mesajlar, telefonlar, mailler… Fuat’tan bir beklentim yok, çiçekti, hediyeydi zira çok zor zamanlarda yanımda olması benim için en büyük hediyeydi… Akşama da sözleştik zaten, ailelerle birlikte olacaktık. Annelerden mantı istemiştim. Kadriye annemlerde toplanacaktık. Onlara da söyledim ‘Hediye işine girmeyin’ diye. (Dinlememişler orası ayrı… Yeni hamile kıyafetlerimi mantı partisinden sonra deneyecektim. J)

Ofiste kutlamaları kabul ederken elinde bir kutu bir adam geldi, beni sordu. “Fuat yine çiçek göndermiş” diye teslim aldım kutuyu… Derken heyecanla ne olduğunu anlamaya çalıştım. Görünüşte çiçek olan bir buket, içiyse bebek kıyafetleriyle donatılmış. Harika! Harika! Aldığım en güzel doğum günü hediyesi. Daha kızımıza bir çift çorap bile almamışken Fuat bana doğum günümün ennnn güzel hediyesini kızına da ilk kıyafetini almıştı. Küçük bebek buketi kız adındaki bu çiçeği açmaya kıyamadım. 3-6 aylık olduğu için bebeğimiz doğduğunda da odasında bir süre daha duracak… Ne kadar şanslı bir eş, anne adayı olduğumu anlatmaya gerek var mı artık?

Hamilelikte 17. Hafta- Normale Dönüş

Karnım büyümeye başladı. Artık kendi pantolonlarım olmuyor, elbiselerimi ise hamile çoraplarıyla giyebiliyorum. Çok önceden aldığım hamile çamaşırlarına hiç gerek olmadığını anlıyorum zira karnımı sıkıyor, normal çamaşır giymeye devam ediyorum. Yeni pantolonlar alıyorum, yeni triko elbiseler. Kış aylarında hamile olmanın hem avantajını hem dezavantajını yaşıyorum. Olumlu yanı şu ki sıcaktan bunalmıyorsunuz. Kışın zaten kat kat giydiğiniz için giysi bulmakta zorlanmıyorsunuz. Birkaç geniş gömlek, hırka, kazak işi çözüyor. En azından ilk 6 ay için. Olumsuz yanı ise üst üste giysileriniz, kabanınız, atkınız, şalınız karnınızı örttüğü için hala metroda, otobüste ‘öküz’lerin davranışlarına maruz kalıyor, ayakta durmanın zorluğunu iliklerinizde hissediyorsunuz.

17. haftanın başında artık bulantı kesici ilaçları da şurubu da bıraktım! Bu yeni hayatımın ilk ve en önemli, en olumlu adımı. Dedikleri şey gerçek oldu, geçiyormuş, geçti! Ve sakızı keşfettim! Yıllardır Fuat nefret ettiği için sakız çiğnemeyen ben, yemekten 15 dakika sonra Falım’ın Naneli Sakız’ı ile balon patlatmaya doyamaz hale geldim. Sakız çiğnemeyi bu kadar harika kılan şey tabii ki mide asidimi alması, yemek sonrası bulantıları önlemesiydi. Bu durumda Fuat da sanırım birkaç ay daha “cakkıdı cakkıdı” seslerine maruz kalacak.

Göbek büyümeye başladı ya klasik “çatlak” muhabbetimiz de alev aldı. Doktorum sürekli “Bir anda 30 kilo alırsan istediğin yağı, kremi sür yine de çatlarsın. Karar senin. Akıllı hamile ol, fazla kilo alma, çatlama” diyordu. Yemeklerle arası yeni yeni düzelen ben “Bu kez de her canımın istediğinden yiyemeyecek miyim” endişesi yaşıyordum. Diyetisyenle yola devam etme konusunu gündemimin dışında tutarken “Yine kontrol altında olsam fena olmaz” durumuna geçtim. Ha, süper uyuyor muyum diyete falan? Hayır! Çatlak önleyici kremlere gelince… Hiiiççç öyle pahalı krem alma niyetinde değilim, birincisi doktorun söylediği doğru, ikincisi o kremlerle aynı işlevi gören tatlı badem yağı var ki derdime deva… Düzenli kullanımdan söz ediyorlar ama ben haftada bir iki kez kullanıyorum. O da kaşıntı olduğu zaman... Doğa bir şekilde her şeyi hallediyor, hamile olarak biraz dikkat etsek fena olmayacak sanırım… ;) 

Hamilelikte 16. Hafta- Cinsiyeti Öğrenme

Pembe rengi pek sevmem… Süslü püslü oyuncakları, öyle cicili bicili konuşmaları da… Aslında çocuklarla pek anlaşamam, onlarla oyun oynayamam mesela. Uzun uzadıya sohbet edemem, sevgim uzaktandır, içtendir, derindir ama pek belli edemem. Bunun için pek sevmezler sanırım beni… 32 yıldır içimdeki “Erkek Fatma” hallerimden olsa gerek bir kız çocuğu dünyaya getirebileceğime inanmadım hiç. Türkiye’de kadın olmanın zorluğunu bildiğimden, iş hayatımda yaşadığım sıkıntılardan, annemle olan ‘sürtüşmelerimden’ olsa gerek içten içe hep bir erkek çocuk doğurmak istedim.

Evrene “erkek bebek” mesajları gönderdim. Fallarda “Oğlun olacak” çıkıyordu. Hamile kaldığım andan itibaren 500 kişiden yalnızca 10 kişi “Kızın olacak” diyordu. Aileler erkek toruna adapte olmuştu. Eşim Fuat’a benzeyen bir oğlum olsun istiyordum. Adı hazırdı, oyuncakları hazırdı, odasının eşyaları, rengi, kıyafetleri hafızadaydı, mesleğini bile konuşuyorduk. Hayallerim, planlarım hep erkek evlat üzerineydi. 16. haftanın sonunda annem, kayınvalidem, eşim ve ben büyük bir heyecanla doktora gittik.

Dörtlü tarama testi zamanıydı. Bebeğimi göreceğim için heyecanlıydım ama “Bir erkek” sözünü duymak için daha da heyecanlıydım. Sağlığı iyiydi. Doktorum hepimizi ultrason odasına çağırdı. Hepimiz ekrana kilitlenmiştik. Önce kısa süreli sessizlik, doktorum durumunu anlatıyordu. Ağırlığı, uzunluğu, kalbi, midesi, omurgası, eli ayağı, her şeyi çok şükür yerindeydi. Cinsiyeti? “Ne bekliyorsunuz?” diye sorunca doktor, dördümüz hep bir ağızdan “Erkeekkkk” diye bağırdık. Yine sessizlik. “Niye kız değil yahu?” deyince doktor, anladım, o bir kızdı. “Kadın olmak zor hocam” dedim. Ne çare? O bir kızdı!

Kontroller tamamlandı. Anneler “Aman sağlıklı olsun da her şeye razıyız” modundaydı. Fuat biraz şaşkın bense şoktaydım. Kızgınlık kapladı içimi, belki de bu kadar ‘diretmemeliydim’. Sonuçta 'Tanrı’nın işine karışılmazdı'. O'nu sevip sevemeyeceğim endişesi bile kapladı içimi. Daha çok korktum. Hazırlıksızdım. Hiçbir hayalimin kenarında yoktu kız çocuk. Üç gün kendime gelemedim. Soranlara biraz küskün, biraz kırgın, biraz şaşkın ifadeyle söylüyordum cinsiyetini. Şimdi yeni hayaller kurma zamanıydı; kız-anne ilişkilerini okumaya başlamanın, pembenin en azından uçuk tonlarını sevmenin, sık kullanılmayan, anlamı güzel bir isim bulmanın, cicili bicili konuşmalara hazır olmanın zamanıydı. Aşacaktım, hem de hiç beklemediğim kadar hızla aşacaktım… 

13 Kasım 2015 Cuma

Anne Olunca Anlarsın -Hamilelik 4. Ay – Mide Bulantıları 4

“Anne olunca anlarsın” sözü, yerini “Bak gördün mü, daha şimdiden annelik ne zor”, “Öyle kolay değil işte annelik”, “9 ay karnında taşıyorsun da zorlanıyorsun” cümlelerine bırakıyor. Arkadaş; ben zaten biliyorum evet kolay değil annelik… Olmayacak da… Eskiden de zormuş, şimdi teknoloji gelişmiş olsa da zor. Her dönemin kendine göre derdi, sıkıntısı var.

13. hafta başı yine bir pazartesi, 1,5 aylık izin ve raporun ardından işe başlıyorum… Zofer’i sabah akşam kullanmaya devam ediyorum. Yeme içme yok denecek kadar az. Hal böyle olunca klasik “hamilelikte kabızlık” sorunu baş gösteriyor. Tanrım ne kadar zormuş gerçekten kabızlık! Bir yudum suya muhtaç hallerim sürüyor. Cacık, soda, karpuz, şeftali, üzüm falan su niyetine tükettiğim şeylerden… Çay, çorba desen bile bulantı artıyor. İşte ilk gün zorlu geçiyor, ilaca rağmen kusuyorum. Hatta 13. haftanın tamamını zar zor, halsiz bir şekilde geçiriyorum. Eşim Fuat’ın bir lafı var “Üçü bir arada”. Saç, makyaj yapılmamış ve gözlüklü halim için söyler. O hafta işe öyle gidip geliyorum. Büyüklerin biz çocuklara okul zamanımızda “Ancak kendini getir götür” sözü de şimdi işim için geçerli! Ancak kendimi getirip götürüyorum.

Metro yolculukları da zorlu geçiyor. Geçen yıllarda kilo almış halime “Gel sen otur, hamilesin” diyenler, şimdi gerçekten hamile olduğum anlarda ortaya çıkmıyor. Bir cebimde poşet, bir cebimde peçete ellerim hafifçe yukarı yönelmiş, dua ede ede gidip geliyorum. 14. haftada bulantılar hala sürüyor. Kusma sayısı azalıyor. Haftada 2-3. Teşekkürler Zofer! Doktorumla konuşuyorum, “Zofer’i günde 1’e düşür” diyor. “Hadi bakalım” deyip deniyorum. Yeme içme durumları ekmek arası patates şeklinde sürüyor. Az yağlı ve susuz! Balık kraker, çubuk krakerlerden öğğğ gelme zamanı… Henüz “Bebeğinizin gelişimi için ceviz, badem, balık, sebze yiyin” kıvamında değilim. Gören duyan bu kez “12’de geçer” sözünü “16’da geçer”e terfi ettirmiş durumda. Bazıları da felaket tellalı. “Ayyy, benim bir arkadaşım vardı, 9 ay kustu”, “Ben doğuma girerken bile kustum”, “Yine iyisin kanaması olanlar var, kalkamıyorlar” vs vs…

Tüm sözlere kulak assanız olmuyor asmasanız olmuyor… Ya devam ederse? Ya 9 ay kusarsam? Ya hiç yemek yiyemezsem? Bebek beslenemezse? Bebek benden alsa, ben halsiz kalırsam? Doktorum her seferinde “Merak etme sen 7. aya kadar yemek yemesen bile bebek alacağı besinleri senin vücudundan alır. Sakin ol, geçecek. Geçmese Zofer’e devam. 8 aylık hamile hastam var hala ilaç kullanan” diyor. Ya sabır deyip, bekliyorum… 15. hafta, en azından artık serum yok. Yemeğin ardından Gaviscon şurup desteğiyle ayaktayım. Koku hassasiyeti ilk zamana göre azaldı ama soğan kavurmasına hala dayanamıyor, hala salçalı yemek yiyemiyorum. Çorbalarla mesafeliyim. Hamur işine dadanma halleri -ki en tehlikesi- varsın olsun, “iki lokma yiyebileyim” durumundayım. Azıcık da olsa kendimi iyi hissetmeye başladım mı ne? J

11 Kasım 2015 Çarşamba

Hamilelikte 3. Ay – Mide Bulantıları 3 – Zofer Kullanımı

Ankara’nın sıcağı da sıcak oluyor, bilenler bilir… Eylül ayının ortası, annemlerin ev öyle sıcak ki gece gündüz cam pencere açık duruyor. Eşim kendi evimizde ben annemlerde ikiye ayrılmış durumdayız. Hamilelikte “uyku basmasını” bir türlü yaşayamayanlardanım. Zira 11. haftanın ortası, hala o iğrenç kusma halleri devam ediyor. Her duyan eş, dost, akraba “12’de biter” diyor. Ben umudu kesiyorum ve bunalımımda kaybolmaya devam ediyorum. Tam da bu haldeyken ikili tarama testi zamanı geliyor ve doktora gidiyoruz.

Bizimki takla atıyor. Evet, resmen takla atıyor, sağa sola dönüyor, yüzüstü, sırtüstü yatıyor, Tanrım ne kadar güzel! Cinsiyetini merakla soruyorum doktora. “1 ay sonra” diyor. Tarama testinin sonuçları gayet güzel, bu biraz bana moral veriyor. Peki ya bulantılar? Doktorum “Yapacak bir şey kalmadı, kilo vermeye devam ediyorsun, hayatından bıkmış haldesin. Kar zarar ilişkisine göre artık Zofer’i ya da Zofran'ı (4 mg) kullanabilirsin” diyor. Koştur koştur eczaneye gidiyoruz eşimle. İlaç da zor bulunan türlerden. Öğreniyoruz ki aslında kemoterapi gören kanser hastalarının bulantılarını durdurmak için kullanılan ilaç bu Zofer. Eczacı kadın “Zorda kalmadıkça kullanmayın, 12 haftayı geçmemişsiniz” diyor. Yüzümde “Hadi oradan” ifadesiyle çıkıyoruz eczaneden.

Annemlerdeyiz yine. Eşim her akşam iş çıkışı geliyor, benim o bitkin halimle uğraşıyor, canı sıkkın halde evimize dönüyor. Bense bir an önce “normale” dönmek istiyorum. Bir akşamüstü yine halsizliğim tavan yapmış durumdayken “Çık bir hava al, yürüyüş yap” tavsiyesine uyuyorum. Eşimin koluna girip sitenin etrafında bir tur atıyorum ve evde klozetle haşır neşirliğim yine başlıyor. Dayanamayıp “Zofer mofer neyse verin ilacı. Yeter artık” diyorum. İlaç etkisini birkaç saat içinde gösteriyor. En azından artık kusma yok, bulantılarla idare ediyorum. Sabah 7’de ve akşam 7’de almaya devam ediyorum.


12. hafta, Kurban Bayramı… Haftalardır benim halime üzülen, gece 4’lerde kalkıp sabaha kadar benimle oturan, “Nar getir, buz getir, soda getir, geliyor yine kusacağım” naralarıma kayıtsız kalamayan, her klozetin başına geçtiğimde saçımı başımı tutup, yüzüme su çalan annem; bu strese daha fazla dayanamıyor ve hem vertigosu hem migreni tutmuş halde hastanelik oluyor. Bayramın birinci günü; eşim kurban kesimiyle uğraşırken babam ve ben annemi hastaneye yatırıyoruz. Belli ki birkaç gün daha kalacak. Bu can sıkıntısı insana “Zofer’i bırakamam” dedirtiyor. Ve Zofer ile bir süre daha sürecek arkadaşlığımın temelini o günlerde sağlamlaştırıyorum. 

10 Kasım 2015 Salı

Hamilelikte 2. Ay – Mide Bulantıları 2

1 Eylül Dünya Barış Günü, unutmam… Ben ve bebeğim bir türlü barışamadık ve o gün hastaneye yattım… Su ile ‘merhaba’lığım tamamen kesilmiş, tek lokma boğazımdan geçemez haldeydi. Ailem yazlığa geri dönüş için gözümün içine bakıyordu. 4 litre serumu aldıktan sonra gözümü açabildim ve onlara “Siz gidin, toparlarım. Olmadı yazlığı tümüyle kapatır geri gelirsiniz” dedim. İki günlük hastane maceramın ardından abimlere taşındım.

9. haftaya girdiğimde sadece yemek yeme denemeleri yapıyordum. Diyet boyunca elimi sürmediğim patates kızartması tek dostumdu. Tüm doktorlar, literatürler “Yağlı yiyecekler bulantıyı artırır” dese de ekmek arası patates kızartması midemi bastıran tek şeydi. Su yerine vişne suyu, ve madensuyu ile geçinmeye çalışıyordum. Tüm bu zaman diliminde hamile olduğumun pek farkında değildim çünkü hastalık modundan çıkamıyordum. Bebek ise çok şükür iyiydi ve büyümeye devam ediyordu.

9. haftanın sonunda tekrar hastane yolu göründü. Bu kez daha fazla serum şişesi ve mide bulantısını kesen ilaçla karşı karşıyaydım. Hastaneye tekrar yattığımı duyan ailem 3-4 gün içinde Ankara’ya geri döndü. Bu arada işe gidemiyordum. Sürekli rapor alıyordum. Yeme içmeyi geçtim konuşamıyordum bile. Saçımı taramayalı iki hafta olmuştu. “Ben bakımlı bir hamile olacağım. Kendimi salmayacağım, çok kilo almayacağım” diye düşünürken sürekli kusan, lama gibi durmadan tüküren, ağzı gözü uçuk içinde, halsiz, kilo veren birine dönüşmüştüm. Ve bu durum beni hızla bunalıma sürüklüyordu.

Hastane-özel sağlık sigortası vs gibi deneyimlerimi ayrı bir yazıda anlatırım ama hamilelikte özel ya da devlet hastanesinde uygulayacakları tedavi yönteminin aynı olduğunu bilin. Hangisine giderseniz gidin size verebilecek ilaç, serum aynı. Hemşirelerin tutum davranışları ise gerçekten fark edebiliyor. Devlet hastanesinde şanslıysanız kendi anneniz kadar şefkatli hemşirelere denk geliyorsunuz değilseniz -ki biriyle karşılaştım ve okkalı bir bela okudum o kadına- içinde bulunduğunuz durumunuza daha da üzülüyorsunuz. Özel hastanede o bir kişiye denk gelme ihtimaliniz bile yok. İkisini de deneyimledim.

Velhasıl 9. ve 10. haftayı hastanede yatarak, serumdan damarlarım şişerek geçirdim. Doktorun artık “Bundan fazlasını yapamam, evde dinlen” demesiyle çıkışı yaptım ve anneme taşındım. Kendi evime giremiyordum. İçinden çıkmak istemediğim eve düşman olmuştum. Çünkü sürekli klozetle muhataptım ve onunla gece gündüz selamlaşıyordum. Önerilen ilaçları aldım ve annemlere geldim. Mide bulantısının dışında azıcık bir şey yesem deli gibi bir yanma hissettiğimden doktor Gaviscon şurubu tavsiye etti. (Gebelik kategorisi A) Ve 11. haftanın sonuna kadar uykusuzluk tavan yapmış, gece sabahlarımız da başlamış oldu… 

9 Kasım 2015 Pazartesi

Hamilelikte 2. Ay – Mide Bulantıları 1

Şu an öğle yemeğini yemiş, midemi rahatlatmış ve öyle bilgisayarın başına geçmiş durumdayım. Zira 6. haftadan sonra bu döneme kadar yaşadıklarımı hatırlamak bile beni zorluyor. Hamilelik döneminde mide bulantılarını yaşayan ve buna bir çare arayanlar beni çok daha iyi anlayacaktır.

Şunu baştan söylemeliyim ki üzgünüm ama bazen hiçbir yiyecek, ilaç, serum ya da farklı bir tedavi yöntemi faydalı olmuyor. O süreci illa ki zorlukla atlatıyorsunuz… 6. haftada başlayan mide bulantılarım durmak bilmedi. Aileme haber verme işini erkene almak zorunda kaldım. (Önceki yazılarımı okuyanlar bilirler ki kendi ve eşimin ailesi de yazlıkta tatildeydi ve onlara bu güzel haberi vermek için Ankara’ya dönüşlerini bekliyordum. Hatta onlara ‘anane’ ‘babannne’ ‘dede’ yazılı tişörtler yaptıracaktım) Ne mi oldu? Hepsi yalan oldu!

6. haftanın sonunda ailelere telefonla haber verdim ve tatilden kesin dönüş istedim. Kendi ailem kısa süreliğine Ankara’ya gelip –kuzenimin düğünü için- yazlığa geri dönecekti. Geldiler. Mutluluk paylaşıldı ama bendeki halsizlik ve bulantılar artarak devam ediyordu. Yıllık iznim bitmiş, işe başlayacaktım ve o halde kıpırdayamazdım. Hafta sonu ilk kez serum almamın uygun olduğunu söyledi doktorum. İlk serumdan sonra kendimi iyi hissetmiş, yemek yiyebilmiş ve toparlamıştım. Pazartesi işe başlamaya hazırdım.

Pazartesi, 7. haftanın ilk günündeydim ve midem bana rahat vermiyordu. Öğlene kadar zor sabrettim. Ve bu daha başlangıçtı… Kurum doktorumdan iki günlük rapor alıp eve kendimi zor attım. İki sonra da kendi doktoruma gidip ikinci kez serum aldım. Doktorum sürekli bu durumun normal olduğunu bir süre daha böyle devam edeceğini söylüyordu. Mide bulantılarımın dinmesi için dramamine isimli ilacı önerdi. Günde iki kez kullanabilecektim. Yemeklerle ilişkim azalmaya başlamıştı. Çevremde çocuğu olan, hemşire, doktor kim varsa mide bulantısına iyi gelebilecek şeyleri tavsiye ediyordu. Ben de boş durmayıp internetten araştırıyordum. Forumları didik didik ediyordum. En yaygın öneri “sabah yataktan kalkmadan yenen tuzlu kraker, leblebi” ydi. Kim ne derse denemeye başlamıştım çünkü bulantılar hız kesmiyordu.

Aşermeye gelince… Canım öyle hiç de değişik şeyler istemedi. Birkaç gün sabah erken saatte yediğim turşu, zeytinyağlı yaprak sarması ve lahana sarması dışında J 8. haftanın ilk günü yine pazartesi günü. Tekrar işe gitmeyi denedim ama ne fayda! Metroda fenalaşınca kendimi taksiye zor attım, doğru hastaneye… Yanımda taşıdığım poşet, peçete, su üçlüsü en yakın arkadaşımdı artık… Taksici – “Ablası sende mi benim gibi mideni üşüttün” deyince, “Yok ben hamileyim, ondan” deyip arabada kusmaya devam ettim. Doktora çıktığımda “Beni hastaneye yatırın” artık dediğimi zar zor hatırlıyorum.


Aşırı halsizlik, bir yudum su içememe, yemek yiyememe, aşırı koku hassasiyeti ve aşırı kusma… Durum buydu. Doktorum tekrar serum tedavisine başladı ve “Son silahımı kullanacağım artık” dedi. Zofer! Hayatımın ilacı olacaktı… 

28 Ekim 2015 Çarşamba

Hamilelik Yolculuğu: 2. Ay

Her şey “süper” başladı. 5. haftadaydık ve ilk muayene için doktorumdan randevu aldık. Bir cumartesi günü… Muayene sonrasında da arkadaşlarımızla buluşacağız… Ailelerin henüz haberi yok zira iki aile de birlikte tatilde… Dönüşlerinde sürpriz yapacağım… Her birinin adına “anane, babanne, dede, hala, dayı, kuzen, yenge” yazılı, bebek figürlü tişört bastıracağım, onlar akşam yemeğe geldiklerinde hediye paketlerini vereceğim. Plan bu!

İlk muayene ve kese göründü… Çoğu kadın bebeğin ilk kalp sesini duyunca ağlarmış. Ben keseyi gördüğümde süzüldü gözümden yaşlar… Doktorum hemen “Kadın dur daha kalbini duyalım, 10 gün sonra yine gel” deyince toparladım. Mutlu mesut ayrıldık eşimle doktordan… Hava sıcak… Temmuz sonundayız -ki ben yaz delisi, yağmurdan nefret eden bir tipim- sıcaktan fena halde bunalmaya başladım. O gün ve ertesi gün güzel geçti… “Ooo böyle geçerse hamilelik süpermiş” lafımı iki gün sonra yutacaktım…

6. haftanın ilk günü, pazartesi… Evde temizlik var. Yardımcı kadın anlatıyor kendi hamileliğini… Zaten 9 ay boyunca ya siz soruyorsunuz başkalarına “Seninki nasıldı” diye ya da onlar kendi kendilerine anlatmaya başlıyor. “Ben daha fenaydım”lar mı ararsın, “Ben hiç hissetmedim”ler mi hangisini duyarsan duy, hiçbiri “seninkini” tutmuyor. Zira hamilelik de çok ama çok kişiye özel bir şey. Bünyeler farklı, genel geçerlilikle olacak şey değil pek… 6. haftanın ilk gününde başlayan mide bulantıları beni fena halde yıpratacaktı. Bu bir başlangıçtı ve "o kadarını" hiç tahmin etmiyordum…


Mide bulantısı nasıl hissettirir, ne yaparsan geçer, ne yersen iyi gelir, koku hassasiyetiyle başa çıkma yöntemleri vs vs… Engiiiiinnn tecrübelerimi paylaşacağım… :) Ama öncelikle şunu bilmesiniz ki hamilelik planlıyorsanız gerçekten her şeyi göze almalısınız… Belki de hiçbir sorun yaşamadan atlatırsınız ki herkes için duam odur, ama tersini düşünüp önlem almakta fayda var. Mesela 1.5 ay işe gidememek, yemek yiyememek, kilo vermek, aynaya bakamamak, saçını tarayamamak, konuşamamak ve hastaneden çıkamamak gibi! Ve sonsuza kadar süreceğini sanacağın bunalımın ortasına düşmek! Geçiyor mu? Ailelere haber verme planı tuttu mu? Bilmem? :)

19 Ekim 2015 Pazartesi

Hamilelik Yolculuğu- Öğrenme, Haber Verme

“Sayın yolcularımız lütfen yaşlılara, engellilere, hamile ve çocuklu bayanlara yer veriniz” yıllarca metro içinde duyduğum bu anons artık beni de kapsıyor! Uzun bir süre “toplum” tarafından gözle görünür bir değişikliğe uğramasa da vücudum, yine de Ankara’nın yorucu metro yolculuklarında utanıp sıkılmadan yer isteyebilecektim. Hem de bacağını ayırmış oturan “kalas”lardan bile! Ve tabii ki "Anne Olunca Anlarsın" sözünün hayata geçtiği anlar... Biz anne olmadan da anlayanlardandık ama neyse... 

Tam tamına 16. hafta öncesi…

2015 Nisan ayında başladığım ‘sağlıklı beslenme alışkanlığı programı ve diyet’ ile Ağustos ayına kadar 11 kilo verdim. Ağustos ayında da 58 kilodayken ‘mucize’yi öğrendim. Artık tüm vitamin ve mineraller bakımından sağlıklı bir vücudum, günde 3 litre su içme alışkanlığım, tüm zararlı yiyecekleri (sucuk-salam-kızartma-hamurişi-cips vs) bırakmışlığım vardı. Yıllardır hayalini kurup kurup vazgeçip, işten güçten fırsatını bulup hayata geçiremediğim ‘bebek projesi’nin vakti gelmişti ve olmuştu. Eşim İzmir seyahatindeyken öğrendim bedenimde artık iki kişi olduğumu… O’na hayatının sürprizini yapma zamanıydı artık…

Yıllardır pek sevdiğim Willow Tree biblosu ve doktordan aldığı ‘hamilelik raporu’ eşliğinde haber vermek istedim eşime… Telefonda söylemek istemeyip 3 gün dişimi sıktım. Böyle bir şeyin gerçekliğine inanmak ilk başta zor geliyor. Yüzünüzde yolda yürürken bile anlamsız bir gülümseme peyda oluyor. Hiç tanımadığınız insanları kolundan tutup “Ben hamileyim” diyesiniz geliyor. Uzun süre bunun özlemini çekenler çok daha iyi anlarlar belki bu durumu… Böyle bir durumdayken 3 gün gerçekten zor geçti. Ve cuma akşamı eşim geldiğinde hayatımın haberini vermek üzere kapıyı açtım.


Vee... Beklenen an… Yatağın üzerinde mavi bir zarf ve baba-bebek biblosunun kutusu… Eşimin aklında böyle bir şey olmadığı için çok sakin bir şekilde -kutuyu parfüm zannetmiş- zarfı eline aldı. Raporu okuduğu an, gözlerimin önünden gitmeyecek. Şaşkınlık, heyecan, mutluluk, ne ararsanız var… Ve sözlü olarak tekrarlanan o en güzel haber… Uzun süre inanamamakla birlikte tarifi imkansız bir sevinç… Ve tabi ki artık 3 kişi olarak devam edeceğimiz yeni bir hayat… Bu bir başlangıç… Yolculuk mu? Gerçekten meşakkatli… Anlatacağım söz ;)