25 Ocak 2016 Pazartesi

Hamilelik Yolculuğu: Hamilelikte 30. Hafta

Son iki haftadır yazmaya fırsat bulamadığım, bulduğumda da yazmaya üşendiğim doğrudur. Zira işyerimin taşınma telaşı, hafta sonlarının yoğunluğu derken bilgisayarın başına yazmak için geçemedim. İki hafta önceki cumartesiden başlamam gerekirse annelerle hastane odası hazırlıkları için alışverişe çıktık. Arya için “bebek şekeri” araştırmalarımın sonunda “keçe”de karar kılmıştım. Hem kendime uğraş olsun hem de ortaya güzel ve farklı bir şey çıksın diye malzemeleri kendim alıp Fuat ile birlikte yapmaya karar vermiştim. Nitekim Kadriye Anne ve annemle birlikte bir cumartesi sabahı soluğu Ulus Suluhan’da aldık. Bilenler için orayı anlatmaya gerek yok ancak bilmeyenler için şunu söyleyebilirim: Hazırda gördüğünüz kapı süsü, parti malzemeleri, bebek şekeri, takı yastığı, lohusa tacı, terliği vs gibi şeyleri kendiniz yapmanız için gerekli malzemelerin hepsi burada var. Suluhan, malzeme cenneti. El beceriniz olsun, olmasın malzemeleri görünce içinizdeki “Derya Baykal” hortluyor. Ben de keçeden balon magnet yapmaya karar verdiğim için metre işi renkli keçeler, mıknatıs, tül, ip, bir sürü ıncık boncuk vs alarak poşetleri doldurduk.

Sabah girdiğimiz Suluhan’dan öğlen zor çıkabildik. Kadriye Anne işi olduğu için ayrılmak zorunda kalınca annemle birlikte Çıkrıkçılar Yokuşu’na vurduk kendimizi. Düğün öncesi, kına hazırlıkları zamanında gittiğim bu sokağı bu kez Arya için keşfettim. Bebek mağazalarını, ıncıkçı boncukçuları gezdik dolaştık. Son enerjimi ise Anafartalar Çarşısı’nda bıraktım. İnternettten, lüks mağazalardan arayıp bir türlü bulamadığım “lohusa pijama”mı burada bulduk. Keçe işine bulaştım ya “karne hediyesi” olarak iki kız yeğene de yapacağım kapı süsü için gerekli ipleri, Arya’nın yeleklerine düğmeleri buradan aldık. Son bir enerjiyle elimizde poşetler, penguen yürüyüşü eşliğinde dolmuşa binebildik. Cumartesi deli dumrul gibi dolaşınca yine pazar günü sıfır hareketli, ağrılı bir gün geçirdim. Kıpırdamadan yattım kaldım. Ama keçeden magnet yapmayı da ihmal etmedim. Fuat’ı zar zor ikna ettikten sonra en keyifli işe başlamış olduk.

Hamileliğin sonlarına doğru sürekli aklımdaki “İyiyken yapayım da” düşüncesi, enerjimi toplamama yetiyor. “Ne olur ne olmaz”cı olduğumdan son dakikaya bir şey bırakmak istemem hiç. Bebek ihtiyaç listemde alınacak ürünlerden sadece birkaç tanesi kaldı. “Yapılacak iş var mı” diye sorsanız “sadece alışveriş kısmı bitti” derim. Zira en önemlisi Arya’nın odası henüz düzenlenmedi. İki hafta önce cumartesiyi alışverişle geçirince bir sonraki hafta Fuat’a “bebeğin odasını halledelim artık” dedim. Perşembe günü yağan kar beni endişelendirse de cumartesiye kadar yollar açıldı. İşe gidip gelmeyi sorarsanız da evet, ilk kez “kar yağışı, hava şartları nedeniyle hamilelere idari izin” imkanından yararlandım ve dört gün boyunca evden adımımı dışarı atmadım. Cumartesi Fuat Ikea’nın yolunu tuttu, Arya’nın odasının eşyalarını aldı. Pazar günü de nakliye ile geldi. Bebek odası olacak oda ardiyeye döndü. Neyse ki iki hafta sonra her şey yerli yerinde olacak.


30. haftada fiziksel durumuma gelirsek, sabahları ellerim, parmaklarım şiş bir şekilde uyanıyorum. Tüm gün süren eklem ağrıları artmış durumda. Cem Yılmaz’ın kadınların “özel” günlerine ilişkin yaptığı “Şişim şiş” esprisi gerçek oldu sonunda. Üzerine bir de bel fıtığı ağrılarım yokluyor. Burun tıkanıklığım arttı yine. Mide yanması, bulanması da iyiden iyiye hissettiriyor kendini. “Hamilelik 9 ay süren hastalık halidir” diyen kimse doğru söylemiş. Her ay, her haftanın kendine özgü semptomları var. Bir de Arya’nın sağ tarafımda toplanıp gerilmesi yok mu, “hah” diyorum “bir de sen bastır kızım”. İyi ki akıllı bebek, O’na seslendiğimde, O’nu okşadığımda normal pozisyonuna geçiyor da ağrım hafifliyor. Tekmelerinin güçlendiğini hissediyorum, ağırlığının arttığını da. Bu hafta sonu da doktor kontrolümüz var. Ha bir de doğum-sezaryen-emzirme gibi konularda verilecek eğitime katılacağız Fuat ile. Bakalım önümüzdeki günler neler yaşanacak, ne gibi değişiklikler olacak? 

11 Ocak 2016 Pazartesi

Hamilelik Yolculuğu: 28. Hafta

28. haftadan merhaba… Hafta sonu bebeğimizi görmeye gittik. 1 kilo 280 gram, 38 cm boyundaki ufaklık bizi daha da heyecanlandırıyor artık. 4 boyutlu ultrasondaki görüntüleri “kime benziyor, tipi nasıl” merakımızı biraz da olsa gideriyor. Genel durumumuz iyi. Ne kadar kilo aldığım meçhul. Çünkü bebeği görünce heyecandan kendimi unuttum yine, tartılmadım. Normal doğum planladığımı doktorla paylaştım. Detayları 34. haftada konuşacakmışız. Doktorun doğuma hazırlık için en önemli tavsiyesi “yürüyüş” oldu. “Ama 5 dakika ayakta kalsam hemen yoruluyorum” deyince de “Yine de yürüyebildiğin kadar yürü” dedi. Elbette bunu yapmaya çalışacağım.

Bu hafta sonunu öncekilere göre biraz daha sakin geçirdik. Cumartesini doktor kontrolü ve AVM gezmesi ile –bu kez çok bir şey almadım, Arya için 5 tane body o kadar- pazarı da evde dinlenmeyle bitirdik. Günden güne ağırlaşan bedenimle hareket etme alanlarım kısıtlanıyor. Yere eğilmek, ayakkabıları bağlamak artık zorlamaya başladı. El ayak şişmeleri de artıyor.  Kendimi bazen balona benzettiğim oluyor. Yeme içmemi merak edenler için; mide yanması, ağrıması ara ara yoklasa da genel olarak her istediğimi yiyip içebiliyorum.
Öyle diyete falan uyduğum yok. Günlük süt, yoğurt, meyve tüketimine dikkat etmeye çalışıyorum. Yemekleri ekmeksiz yiyemiyorum. Evde ekmek yoksa Fuat’a “ekmeeeeekkkkk” diye telefon ediyorum. Her yemekten sonra illa ki tatlı bir şeyler yeme isteğimi pek de bastırmıyorum. Uyku durumum ise artık “antrenman” aşamasında. Gece sık sık uyanıyor, ev içinde dolaşıyor, geri yatıyorum. Sabah da doğal olarak tam dinlememiş, uyku mahmuru halde kalkıyorum.Ve tabi kii kurtarıcı yastıklaaarrr.... Otururken de yatarken de evde ne kadar yastık varsa benim etrafımda toplanıyor artık. Uyurken pek faydası olmasa da otururken destek sağladığı kesin.

Yaşadığımız şehrin genel haline gelirsek; hava kapalı, yağmurlu ve asıl önemlisi domuz gribi kırmızı alarmda. Tanıdığımız kişilerin domuz gribinden yoğun bakımda yattığını öğrendiğimden, evime çok yakın devlet hastanesinde 3 kişinin durumunun ciddi olduğunu bildiğimden kendimi ve Arya’yı korumak için metroda maske takmaya başladım. Malum aksıran tıksıran, bunu yaparken de yüzünü kapatmayan, peçete kullanmayan insanoğlu fazlaca var. Hamileler de risk grubunda olunca bu durumdan uzakta durmanın yolunu arıyorum haliyle. Neyse ki bir hafta sonra işyerindeki bölümümün mekanı değişecek. Artık metro kabuslarım sona erecek ve servis imkanına kavuşacağım. 

5 Ocak 2016 Salı

Hamilelik Yolculuğu: Duygusal Haller

Böylesini de ilk kez gördüm. İş dönüşü metrodayım. Eve son iki durak kala annem yaşlarında bir teyze sağ olsun bana yer verdi. O kalkınca bir yandaki amca da teyzeye yer verdi. Amca kalkınca da diğer yanda oturan genç çocuk amcaya yer verdi. İstasyonlar arası mesafesi 4 dakika süren trende “deve-cüce” oynar gibi “yer vermece” oynadık. Çok güldüm, çok da duygulandım. Zaten “hamileliğin boyunca seni en çok ne duygulandırdı?” diye sorsalar “metroda yer verenler” derim. Birisi yer verince zırıl zırıl ağlıyorum. Ne tuhaf dimi? İnsan teşekkür eder, oturur. Yooook illa gözümüzden yaş süzülecek. Hormonların etkisi ve artık görmeye alışkın olmadığımız nezaket, iyilik içeren davranışlar beni derinden etkiliyor. Gittikçe sığlaşan bir topluma dönüştüğümüz için haberleri izlerken de kaza-ölüm haberleri değil, birine yapılan iyilik haberleri beni daha çok sarsıyor.

Bu arada 27. haftadayız hala… Hafta sonu da kızımızı görmeye gideceğiz rutin kontrole… Bakalım kaç gram, boyu ne kadar olmuş… Vücudumdaki değişikliklerden az çok söz etmiştim. “Şişmeye” başladığımı biliyorsunuz. Bazen yüzüklerimin sıktığını, bazen ayakkabılarımın beni zorladığını… Bunlar bilindik hamilelik ödemi. Fazla tuz ve şeker yemeye, çok oturmaya ya da çok ayakta durmaya bağlı olarak gelişen ödemler. Çaresi var yani. Elimi yüzümü her gün kontrol ederken “İyi, bende hamilelik lekesi falan oluşmadı” derim. Ama göbeğim için aynı şey geçerli değil. Dikkatli bakıldığında yukarıdan aşağıya doğru ince bir çizginin oluştuğunu fark ediyorum. Bunu adı “Linea lingra” imiş. Bu çizgi, doğumdan birkaç ay sonra kaybolacakmış ve herhangi bir müdahalede bulunmamak gerekirmiş.

Bebekle iletişimime gelince… Aramız iyi çok şükür… Ben yorulunca, sinirlenince, üzülünce hemen sağ tarafa toplanıyor. Başını kaburgalarımın altına dayayınca da az da olsa ağrı hissediyorum. Hemen elimi karnıma koyup, O’nu okşadığımda normale dönüyor. Bu anlattığımı sadece hamilelik yaşayanların anlayabileceğini düşünüyorum. Kendimden biliyorum, “içinde bir canlının büyümesi” fikri korkutucu gelirdi. Halam kuzenime hamileyken karnına dokunamaz, korkardım. Şimdi ise kızımın hareketleri mutluluk nedenim. Hangi sese, hangi tada tepki veriyor, ölçmeye çalışıyorum. Müzik dinletiyorum. Türk Pediatri Birliği’nin bebekler için önerdiği “Bach, Brahms ve Bızet” in eserlerinin yer aldığı “Bebek Klasikleri 3’lü Set”i Arya ile birlikte dinliyoruz. Uykumuz da geliyor, heyecanlanıp hareketleniyoruz da. Her şekilde O’nun varlığını hissetmek bana iyi geliyor. Ne kadar zor olsa da olsa “çocuk” fikri, biliyorum ki sonunda “iyi ki” diyeceğim… 

4 Ocak 2016 Pazartesi

Hamilelikte 27. Hafta: Kar, kış kıyamet

3G teknolojisi yeni çıktığında “Ankara’nın 3G’si nedir?” geyiği ortalıkta dolaşmaya başlamış, cevap olarak da “Gar, gış, gıyamet” verilir olmuştu. Ocak ayının ilk haftası, durum tam da bu. Ankara’ya çok yakışan kar, en çok öğrencileri, hamileleri ve engellileri zorluyor. Bu sabah Vali Bey bir “iyilik” yapar da beni penguen yürüyüşünden kurtarır mı dedim ama nafile. Tatil matil yok, işimizin başındayız. Kar botlarını giydik, minik adımlarla ilerledik, zor da olsa geldik. Dışarıda lapa lapa kar yağıyor.

27. haftanın ilk günü, yılın ilk pazartesindeyiz. Artık iki kişi olarak konuşuyorum çünkü Arya, varlığını tamamen hissettiriyor. Hatta öyle ki metroda yanımda oturan teyze Arya’nın hareketlerini kalın yün kazağımdan görüp “İyi misin” diye sordu. Tekmeleri o denli artı ki sağ olsun artık uyutmuyor da. Dik durduğumda ayak parmaklarımı göremeyecek kadar da “irileştim”. Önceki haftalarda geçirdiğim grip hali, yılbaşı günü de yakaladı beni. Mecbur Parol içerek durumu idare ettim. Burun tıkanıklığım ise bugünlerdeki en büyük sorunum. Sesinden ve gece lambasından rahat uyutmayan buhar makinesine bile muhtaç olmuş durumdayım. Nefes darlığı şikayetlerim de arttı. Nedenini araştırınca klasik bir cevap buluyorum: “Rahmin genişlemesi.” Ne olursa olsun başında bu var zaten, “büyüyorsun ya, ondan”.

Son 3 aya girmekle birlikte mide bulantısı ve yanması hafif de olsa kendini gösteriyor ki en büyük kabusum ilk aylara geri dönmek. Demir ilacı –şurup da olsa hap da olsa- illa ki bulantıya neden oluyor. Neyse ki kusma aşamasına gelmedik hiç. Fiziksel olarak en büyük dertlerimizden biri de –başka dert vermesin- tuvalete gitmek. Bazen 10 dakika bazen 5 dakikada bir. Hele ki dışarıda, bebek için alışverişteyseniz mağazaya girdiğiniz ilk anda “tuvalet nerede”nin yanıtını bulmadan rahat edemezsiniz.

Fiziksel olarak durumumuz bu. Ruhumuz ise genel anlamda iyi. Ara sıra “doğum nasıl olacak” fikrine kapılıp gitsem de –ki her türlüsünden korkuyorum- yine de şu halimin tadını çıkarmaya çalışıyorum. Arya için aldığımız her eşya, her giysi beni daha da mutlu ediyor. Hayaller kurdukça, O’nu göreceğimiz gün için de sabırsızlanıyoruz. Fuat mı? O’nun da heyecanı artıyor. Arya’nın hareketlerini akşamları birlikte izliyoruz. Sağa sola dönmek, aşağı eğilmek gibi hareketlerim kısıtlanmaya başladığı için en büyük yardımı yine Fuat’tan alıyorum. Bazen ayakkabımı bağlıyor bazen büyüyen göbeğime badem yağını sürüyor. Şükür ki her türlü desteği O’ndan alabiliyorum. Zamanın 4. aydan sonra hızlı akacağını söylerlerdi, doğruymuş, zaman ilerliyor, merakımız, heyecanımız katlanıyor. Yazarım yine, zamanı durdurmak mümkün değil elbet ama bu anları not düşmek mümkün…