Son iki haftadır yazmaya fırsat
bulamadığım, bulduğumda da yazmaya üşendiğim doğrudur. Zira işyerimin taşınma
telaşı, hafta sonlarının yoğunluğu derken bilgisayarın başına yazmak için
geçemedim. İki hafta önceki cumartesiden başlamam gerekirse annelerle hastane
odası hazırlıkları için alışverişe çıktık. Arya için “bebek şekeri”
araştırmalarımın sonunda “keçe”de karar kılmıştım. Hem kendime uğraş olsun hem
de ortaya güzel ve farklı bir şey çıksın diye malzemeleri kendim alıp Fuat ile
birlikte yapmaya karar vermiştim. Nitekim Kadriye Anne ve annemle birlikte bir
cumartesi sabahı soluğu Ulus Suluhan’da aldık. Bilenler için orayı anlatmaya
gerek yok ancak bilmeyenler için şunu söyleyebilirim: Hazırda gördüğünüz kapı
süsü, parti malzemeleri, bebek şekeri, takı yastığı, lohusa tacı, terliği vs
gibi şeyleri kendiniz yapmanız için gerekli malzemelerin hepsi burada var.
Suluhan, malzeme cenneti. El beceriniz olsun, olmasın malzemeleri görünce
içinizdeki “Derya Baykal” hortluyor. Ben de keçeden balon magnet yapmaya karar
verdiğim için metre işi renkli keçeler, mıknatıs, tül, ip, bir sürü ıncık
boncuk vs alarak poşetleri doldurduk.
Sabah girdiğimiz Suluhan’dan
öğlen zor çıkabildik. Kadriye Anne işi olduğu için ayrılmak zorunda kalınca
annemle birlikte Çıkrıkçılar Yokuşu’na vurduk kendimizi. Düğün öncesi, kına
hazırlıkları zamanında gittiğim bu sokağı bu kez Arya için keşfettim. Bebek
mağazalarını, ıncıkçı boncukçuları gezdik dolaştık. Son enerjimi ise
Anafartalar Çarşısı’nda bıraktım. İnternettten, lüks mağazalardan arayıp bir
türlü bulamadığım “lohusa pijama”mı burada bulduk. Keçe işine bulaştım ya
“karne hediyesi” olarak iki kız yeğene de yapacağım kapı süsü için gerekli
ipleri, Arya’nın yeleklerine düğmeleri buradan aldık. Son bir enerjiyle
elimizde poşetler, penguen yürüyüşü eşliğinde dolmuşa binebildik. Cumartesi
deli dumrul gibi dolaşınca yine pazar günü sıfır hareketli, ağrılı bir gün
geçirdim. Kıpırdamadan yattım kaldım. Ama keçeden magnet yapmayı da ihmal
etmedim. Fuat’ı zar zor ikna ettikten sonra en keyifli işe başlamış olduk.
Hamileliğin sonlarına doğru
sürekli aklımdaki “İyiyken yapayım da” düşüncesi, enerjimi toplamama yetiyor.
“Ne olur ne olmaz”cı olduğumdan son dakikaya bir şey bırakmak istemem hiç.
Bebek ihtiyaç listemde alınacak ürünlerden sadece birkaç tanesi kaldı.
“Yapılacak iş var mı” diye sorsanız “sadece alışveriş kısmı bitti” derim. Zira
en önemlisi Arya’nın odası henüz düzenlenmedi. İki hafta önce cumartesiyi
alışverişle geçirince bir sonraki hafta Fuat’a “bebeğin odasını halledelim
artık” dedim. Perşembe günü yağan kar beni endişelendirse de cumartesiye kadar
yollar açıldı. İşe gidip gelmeyi sorarsanız da evet, ilk kez “kar yağışı, hava
şartları nedeniyle hamilelere idari izin” imkanından yararlandım ve dört gün
boyunca evden adımımı dışarı atmadım. Cumartesi Fuat Ikea’nın yolunu tuttu,
Arya’nın odasının eşyalarını aldı. Pazar günü de nakliye ile geldi. Bebek odası olacak
oda ardiyeye döndü. Neyse ki iki hafta sonra her şey yerli yerinde olacak.
30. haftada fiziksel durumuma gelirsek,
sabahları ellerim, parmaklarım şiş bir şekilde uyanıyorum. Tüm gün süren eklem
ağrıları artmış durumda. Cem Yılmaz’ın kadınların “özel” günlerine ilişkin
yaptığı “Şişim şiş” esprisi gerçek oldu sonunda. Üzerine bir de bel fıtığı
ağrılarım yokluyor. Burun tıkanıklığım arttı yine. Mide yanması, bulanması da
iyiden iyiye hissettiriyor kendini. “Hamilelik 9 ay süren hastalık halidir”
diyen kimse doğru söylemiş. Her ay, her haftanın kendine özgü semptomları var.
Bir de Arya’nın sağ tarafımda toplanıp gerilmesi yok mu, “hah” diyorum “bir de
sen bastır kızım”. İyi ki akıllı bebek, O’na seslendiğimde, O’nu okşadığımda
normal pozisyonuna geçiyor da ağrım hafifliyor. Tekmelerinin güçlendiğini
hissediyorum, ağırlığının arttığını da. Bu hafta sonu da doktor kontrolümüz
var. Ha bir de doğum-sezaryen-emzirme gibi konularda verilecek eğitime
katılacağız Fuat ile. Bakalım önümüzdeki günler neler yaşanacak, ne gibi
değişiklikler olacak?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder